İçeriğe geç

Osmanlı Avrupa’da en son nereye kadar ilerledi ?

Osmanlı’nın Son İleri Gidişi: Avrupa’da Son Adımlar

Kayseri’de, eski taş sokaklarında yürürken her zaman düşüncelerim başka yerlere kayar. Hayatın karmaşasından uzaklaşıp, bazen tarihe, bazen geleceğe gitmek gelir içimden. Dün akşam da işte öyle bir an oldu. Gözlerim, tarihin en derin noktalarından birine dalarken, Osmanlı’nın Avrupa’da son adımlarını düşündüm. Duygularım o kadar yoğunlaştı ki, adeta zamanın bir parçası oldum, 16. yüzyılın sonunda Osmanlı’nın Avrupa’daki son büyük başarısını yaşarken…

Bir Akşam, Bir Efsane: Osmanlı’nın Avusturya Seferi

Hayal edin, 1683 yılı. Osmanlı ordusu, Viyana önlerinde karargâh kurmuş, büyük bir kuşatma hazırlığı yapıyor. Bizim Kayseri’deki dağlar ne kadar büyükse, o günlerdeki Osmanlı imparatorluğunun hedefleri de bir o kadar büyüktü. Ve bu hedeflerden biri, Avrupa’nın kalbi sayılan Viyana şehriydi. O günlerde Osmanlı, Avrupa’ya doğru son büyük adımlarını atıyordu. Savaşın gidişatına baktıkça içimi bir hüzün kapladı. Nasıl olur da her şey bir anlık hatayla tersine dönebilir?

Bundan önce, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1529’daki ilk kuşatmasını düşünmeden edemedim. O zamanlar Osmanlı’nın Avrupa’daki en büyük zaferini kazanacağına herkes inanıyordu. Fakat Viyana düşmedi, yavaş yavaş geri çekilen Osmanlı, başka savaşlar, başka stratejiler peşinden gitmeye başladı. Ama 1683, işte o dönemin son şanslarındandı. Bu kuşatma, Osmanlı’nın Avrupa’daki kaderini belirleyecekti.

Bölük Pörçük Umutlar

Viyana kuşatıldığında, ben de kuşatıldım sanki… Viyana’ya girememek, tarihsel olarak bir dönemin kapanışıydı. O an, bir zamanlar yıkılmaz gibi görünen imparatorluğun, yaşadığı zorlukları düşündüm. Bir taraftan, yıllarca süren zaferlerle büyüyen bir devletin, diğer taraftan ise savaşın ve politikaların zorluğuyla boğuşan bir ordu. Osmanlı’yı hep güçlü gördüm, ama Viyana’da, Osmanlı’nın son akıbetini bekleyen o büyük çöküşü fark ettim. Bir şeyin sonuna gelmek, her zaman kolay değildir. Hele ki bunu anlamak, yıllarca büyüklük ve zaferle büyütülen bir hayalin parçalanmasıdır.

Bütün o şanlı Osmanlı zaferleri bir anda, tüm Avrupa’daki toprakların kaybedilmesinin başlangıcıydı. Ve ben o an hissettim ki, 1683’teki Viyana kuşatması sadece bir savaştan çok daha fazlasını simgeliyordu. Bu, bir efsanenin sona erdiği, Avrupa’daki son adımların atıldığı andı.

Yenilgiden Sonra Hüzün ve Kapanış

Viyana, Osmanlı’nın son hedefiydi. Bu büyük kuşatma başarısız oldu, fakat o günün sabahında Osmanlı’nın hayalleri de, belki de Avrupa’daki son zafer hayalleri, benim de içimdeki umut gibi tuzla buz oldu. Yenilgi sonrası, Osmanlı sadece Avrupa’daki egemenliğini kaybetmekle kalmadı, aynı zamanda bir yüzyıl boyunca süren savaşların ardından imparatorluğun gücü de sarsıldı. Belki de Avrupa’da bir yerlerde “Osmanlı burada duruyor, biraz daha ilerlese tarih değişebilir” diyen birinin içindeki umutla aynı duyguyu yaşadım. Hayal kırıklığı… Ama yine de o duygunun içerisinde bir umut vardı.

O günden sonra, Osmanlı için Avrupa’daki zaferler bir daha geri gelmedi. Kaybettiği topraklar, zaferleri birer hayal oldu. Her düşüşün ardından bir umut barındıran o hüzünlü bekleyiş, Osmanlı’nın ruhunda yıllarca varlık buldu.

Bir Yudum Düşünce

Şimdi, günümüz Kayseri’sinde eski taşlardan yürürken, geçmişi düşünmek daha kolay. Her şeyin bir sonu olduğunu bilerek yaşamak, bazen geçmişin soğuk rüzgarını yüzümde hissederek gülümsemek… Belki de tarihin bu unutulmaz anında Osmanlı’nın Avrupa’daki son adımını, yani Viyana kuşatmasını düşünerek, bir şeylerin sonsuza kadar kaybolduğunu kabul etmek… Sonrasında, o kaybolan zaferlerin hala içimdeki bir parçası olarak yaşadığını hissetmek. Bazen, kaybedilen zaferlerin verdiği acıyı hissetmek, belki de hayatta hep ilerlemek gerektiğini hatırlatan bir şeydir. Ama ya da belki de, kaybettiğimiz her şeyin bir anlamı vardır. Çünkü bu topraklarda, her kayıptan sonra bir başka umut doğar.

Sonunda, bir kuşatmanın başarısız olması, sadece bir savaşın kaybı değil; bir dönemin de kapanışıdır. Osmanlı Avrupa’da en son Viyana önlerinde ilerledi, ama o adımda bir şey kayboldu. O kaybolan şey sadece bir şehir değil, bir imparatorluğun son büyük adımıydı.

Tarih sadece bir dizi olaydan ibaret değildir. O, bizim geçmişten, bu zamana, geleceğe taşıdığımız duyguların, hayal kırıklıklarının ve umutların bir araya geldiği, bazen zorlu, bazen de hüzünlü bir yolculuktur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir