Açık Gözeneklilik Nedir? Güç, Toplum ve İktidarın Görünmez Sızıntıları
Bir Siyaset Bilimcinin Penceresinden
Toplumun karmaşık dokusuna baktığımızda, iktidarın yalnızca tepede değil, her hücrede, her ilişkide, her kurumda var olduğunu görürüz. Michel Foucault’nun sözleriyle, iktidar bir merkezde değil; her yerde işler, çünkü her yerden gelir. İşte tam da bu noktada karşımıza çıkan kavram “açık gözeneklilik”tir. Bu kavram, sistemin geçirgenliğini, toplumun iktidar mekanizmalarıyla kurduğu ilişkiyi ve bireyin görünmez biçimde içine çekildiği yapısal denetimi anlatır.
Ama asıl soru şu: Bu gözeneklilik bizi özgürleştiriyor mu, yoksa daha derin bir denetim ağına mı hapsediyor?
Açık Gözeneklilik: Kavramın Politik Anatomisi
Açık gözeneklilik, siyasal anlamda bir sistemin hem geçirgenliğini hem de denetim kapasitesini aynı anda barındırmasıdır. Yani bir yandan katılımcılığa, fikir akışına ve çeşitliliğe izin verirken, diğer yandan bu akışın sınırlarını belirleyen kurumsal filtreleri korur. Devletin, medyanın, piyasanın ve sivil toplumun birbirine karıştığı bu geçirgen alan, çoğu zaman “özgürlük” adı altında iktidarın en sofistike biçimde yeniden üretildiği yerdir.
Bu bağlamda açık gözeneklilik, yalnızca “iletişim kanallarının açık olması” değil; aynı zamanda iktidarın sızma biçimidir. Devlet politikaları, ideolojik aygıtlar, dijital gözetim sistemleri ya da toplumsal normlar aracılığıyla vatandaşın hem “katılımcı” hem “gözlemlenen” bir varlığa dönüşmesini sağlar.
Kurumlar ve İktidar: Geçirgen Ama Katı Bir Yapı
Modern kurumlar –parlamento, medya, üniversiteler, sivil toplum örgütleri– görünüşte açık gözeneklidir. Yani fikirler girer, çıkar, dolaşır. Ancak bu dolaşımın yönünü ve yoğunluğunu belirleyen görünmez sınırlar vardır.
Bir siyaset bilimci için buradaki soru şudur: Katılımcı demokrasinin geçirgenliği gerçekten eşit midir, yoksa yalnızca belirli seslerin yankılanmasına mı izin verilir?
Bu sorunun yanıtı, güç ilişkilerinin asimetrik yapısında gizlidir. Açık gözeneklilik, iktidarın şeffaf olduğu yanılsamasını yaratır; oysa iktidar, geçirgen duvarların arasından sessizce süzülerek varlığını pekiştirir.
İdeoloji ve Vatandaşlık: Görünmez Sızıntıların Alanı
İdeoloji, açık gözenekliliğin en etkili aracıdır. Çünkü birey, farkında olmadan sistemin değerlerini içselleştirir. “Vatandaşlık” kimliği de bu içselleştirmeyi meşrulaştırır.
Devlet, eğitim, medya ve din gibi kurumsal aygıtlar aracılığıyla bireyin düşünsel alanına sızar. Bu sızıntı, doğrudan baskıdan daha güçlüdür; çünkü gönüllü bir rızaya dayanır. Böylece birey, kendi düşüncesini özgür sandığı anda bile, sistemin geçirgen ama yönlendirilmiş yapısında hareket eder.
Erkek ve Kadın Perspektiflerinin Kesişiminde
Siyaset teorisinde erkekler çoğunlukla stratejik akıl ve güç kontrolü üzerinden analiz yaparken, kadınlar katılım, dayanışma ve etkileşim eksenli bir siyasal bakış geliştirmiştir. Açık gözeneklilik, bu iki yaklaşımın kesiştiği bir zemindir.
Erkek egemen siyaset aklı, geçirgenliği “yönetimsel etkinlik” olarak görürken; feminist düşünce onu “toplumsal katılımın genişlemesi” olarak okur. Bir yanda kontrol ve strateji, diğer yanda duyarlılık ve iletişim vardır.
Peki, bu iki bakış bir araya geldiğinde nasıl bir siyasal model doğar? Belki de açık gözeneklilik, iktidarın eril rasyonelliğiyle kadınsı empatiyi buluşturan yeni bir siyasal tahayyül alanıdır.
Toplumsal Düzen ve Direnç Noktaları
Açık gözeneklilik, aynı zamanda toplumsal düzenin sürekliliğini sağlayan ama aynı zamanda dönüşümün de mümkün olduğu bir yapıdır. Çünkü her sızıntı, sistemin zayıf noktasıdır.
Direniş, tam da bu gözeneklerde doğar. Kadın hareketleri, çevreci eylemler, dijital yurttaşlık kampanyaları gibi alternatif politik pratikler, sistemin geçirgen duvarlarından sızarak iktidarın tek yönlü iletişimini kırar.
Bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Toplum, iktidarın gözeneklerinden özgürlük sızdırabilir mi, yoksa o gözenekler özgürlüğün illüzyonunu mu üretir?
Sonuç: Açık Gözeneklilik Bir Tehdit mi, Fırsat mı?
Açık gözeneklilik, siyasal alanın hem en demokratik hem de en manipülatif özelliğidir. Bir yandan vatandaşın sesini sisteme taşır, diğer yandan o sesi sistemin sınırları içinde ehlileştirir.
Belki de çözüm, bu gözenekleri kapatmakta değil, bilinçli biçimde yeniden tasarlamakta yatıyor. Gerçek katılım, yalnızca fikirlerin geçebildiği değil; aynı zamanda iktidarın sorgulanabildiği bir geçirgenliktir.
Ve son olarak: Biz, gerçekten açık bir toplumda mı yaşıyoruz, yoksa yalnızca gözeneklerin yönünü iktidarın belirlediği bir kafesin içinde mi?